15 Aralık 2009 Salı

ben

bugün doğmuşum.bekleyen de yokmuş ama olsun.

mütevaziliğimi bi kenara bırakiciim,kim okuyorsa artık,ben olmasam napardın olm sen,iyi ki doğmuşum yani.

hepi börtey

11 Aralık 2009 Cuma

beni mutlu edecek tek bir şey olsaydı o da benden bir tane daha olurdu.

ama onu mutsuz ederdim.

öyle sıkıldım,öyle sıkıldım kiğ.


bu bisiklet de çok depresifmiş ya,üff.

yazmıyorum.bir şeyler yazmak lazımmış ama.

dört tekerlekli bisikletimin dördüncü tekerleğinin gizlice düştüğünü ve benim üç tekerlekli bisiklet sürdüğümü farkettiğim gün çok mutlu olmuştum çünkü dördüncü tekerleklere üzülmeyen bi çocukmuşum sonra farkettim hep böyle olmak lazımmış.

ehemehe yok lan,bir tekerlek yalnızca bir tekerlektir işte.freud tek işe yarar bir şeyler düşünmüşse böyle olur.

bisiklete binmeyeli aylar geçti ki. 

i've got a bike. you can ride it if you like. it's got a basket,a bell that rings and things to make it look good. i'd give it to you if i could, but i borrowed it.

3 senedir her bisiklet sürüşümde ödünç alıyorum.benimkini iç dünyasına terkettim.

not:büyük küçük harf,noktadan sonra boşluk bırakmama,düzensiz ve anlamsız cümleler,paragraftan önce boşluk bırakmama,anlam bütünsüzlüğü.

biriktirdim bütün boşlukları, buraya bıraktım.







7 Aralık 2009 Pazartesi

Şunu fark ettim ki pencerem...

Ciddi bir dudak takıntım var.
Fetiş derecesinde bile olabilir, bilmiyorum.

Paul'ün dudaklarına hep hasta olmuşumdur; ama onun herbir tarafına zaten hasta olduğum için (
bkz. bacakları. Gerçi bacak fetişim olduğundan da şüpheleniyorum, ona sonra gelicem) üzerinde pek durmadım bu manyaklığımın. Sonuçta o Paul McCartney'di, ona aşık olmamak mümkün değildi...
...
Pol obsesyonum da ayrı bir olaydır, allahım o kaşlar, gözler, yanaklar, dudaklar, bur... *iptal* *salyalar* (bkz. salyalarda boğulmak)

Neyse, son zamanlarda çok fangörl moduna girdim; ama dersleri umursamaya başlamanın verdiği stresi aldığı için mutluyum, huzurluyum. Saçma sapan gereksiz gülme krizlerine yol açıyor, bu gülme krizleri ortada sebep yokken mutlu olmamı sağlıyor, zincirleme bir reaksiyonla endorfin salgılıyorum manyak gibi.

Dün mesela, içimi dökmeliyim bu fangörlizm konusunda diye düşündüm; ama saat 11 buçuktu ve saçlarım ıslaktı. Kurutmalıydım (bkz. resimde arka plandaki John. Orada olabilmek için neler neler vermezdim)
Ben de zihnimde dudaklarla ve gülme krizleriyle gittim saçımı kurutmaya başladım. Hep telefondan şarkı açarım ben, neşeli bir şeydi önce, dans ede ede gidiyordum ne güzel. Sonra aniden hüzünlü seçince modum anında değişti ve yerimde yavaşça sallanarak eşlik ettiğimi fark ettim.


Müziğin insan üzerindeki etkisi çok enteresan. Beyindeki etkilerini araştırmak isterdim; ama onun için 6 yıl tıp da okuyamam öeah.

O psikolojiyle sırıtarak yattım ve sabahın 6sında kalkıp okula gidecek olmama rağmen yine sırıtarak kalktım, hatta erken çıktım dışarı. Matematik sonucumu öğrenene kadar da sebepsiz mutluluk devam etti, sürekli benzettiğim üzere işyerlerinde masaların üzerinde duran toplar gibi, bir kere başlattın mı başka bir güç durdurana kadar devam ediyor.


O bahsi geçen matematik sınavı da yine bu fetişin başgösterdiği bir olaydı. Zaten öncesindeki 72 saatte toplam 10 saat uyumuş halde gelmiştim, sabah herkes gergin gergin takılırken (bkz. KAZIK ÖTESİ soran hocalar, ib'de kalmaya çalışan çaresiz öğrenciler) ben aptal aptal gülümseyerek müzik dinleyip başımı ritme göre sallamıştım.
Habersizdim başıma geleceklerden.

Kağıtlar dağıtılırken de mal mal gülerek gerginliği havada hissedilen sınıfın tamamının antipatisini kazanmış halde son derece kazık sınavıma sakin sakin devam ediyordum. Önceki gün Aydan'a "matematik sınavında aklıma Colin'in(Morgan) dudakları gelmese iyi olur ahahahha" şeklinde geyik yapışımın sonucunda gerçekten de geldi ve ben kendimi kaybettim. Kafama atılması olası kitap, kalem vb. bilimum nesnelerden kaçınmak için sessiz gülmeye kastım kendimi. Sonra içimdeki ses (alfie olur kendisi) "Kendine gel lan" diye azarladı beni, ben de 2 dakikayla kurtardım paçayı.

O sınavdan da 49 aldım, tenk yu veri maç.

İşte demem o ki, dudaklara takıntılı olduğumu kabullendim artık. İnsanlarda ilk dikkat ettiğim şeyin de gözler ve dudaklar olduğunu gizleyemicim. Ve Colin'in dudakları diyordum değil mi? Hıhı. Çok güzeller. Pek çok güzeller. Belki İrlandalı şeysidir bu.

Nedense hep beynimin zonkladığı anları seçiyorum sana yazmak için pencere, napalım kader kısmet. İçimi döktüm rahatladım.

*Pencereden dışarı atlayış*

6 Aralık 2009 Pazar

shame on you crazy diamond

                                                                                                                                                                                               Sonra


Ürünümüzü kesinlikle almalısınız.Tek yapmanız gereken,hayatınızı vermeniz.

"çok iyi bir pazarlamacı olabilirim aslında."


Bohemian Rhapsody'ye çılgın bir yorum



-Let me joke.
-Do not like your jokes!

İsyanım 11. Daktıra!

Doctor Who'yu seviyorum, sevdiriyorum, izletebildiğim herkese izletiyorum. 4. sezonun sonuna kadar izledim.
Sonra...
Sonra...
David Tennant'ın ayrılacağını duydum. Bu da yetmezmiş gibi yeni gelen daktırın ve yanındaki tiplemenin felaket olduğunu gördüm *şangırt* (bkz. hayallerin kırılan cam sesiyle yok oluşu) Resmini koyardım ama seni kirletmek istemiyorum banyo pencerem *burun çekiş*
Neyse demem o ki daktırı izleyeceksen/izliyorsan 4 sezonluk dizi gibi düşün banyo pencerem. Zaten 4. sezon finali pek şukela. Hatta yerimde zıp zıp zıplayarak ve bi gülerek bi gözlerim dolarak acayip ruh halleri içinde izledim, zirvede bırakmış olacağım yani.
Ben gider 1960lardaki versiyonunu izlerim. Hem bir bölümünde Bidıls da var.

11. Doctor'a ise tek bir diyeceğim var: EXTERMINATE!

30 Kasım 2009 Pazartesi

Avenue Q ve Möğlin kesişim kümesi



Ve bu video sağolsun uzunca bir süre "if yu vör geeey" diye dolanacağım sanırım ortalarda. Why don't we do it in the road'un ağzıma dolandığı zamanlara benzemez inşallah.

Hatırladıkça fena oluyorum.

Son tatil günü depresyonları

Ödev verilmesi yasaklanmalı bence.
Olmamalı böyle bir şey. İnsan haklarına aykırı.

Hem eve iş götürmeme prensibim var benim!

27 Kasım 2009 Cuma

I am the Carpenter

I am the Walrus 1967 çıkışlı Magical Mystery Tour albümün 6. şarkısı, onun öncesinde çıkan single'da da Hello Goodbye'ın B yüzü. Albümle aynı adı taşıyan uçuk filmde de aynı şekilde uçuk bir sahnesi var.


Albüm kapağı



"1" albümünün kitapçığında bulunan 4 single kapağı (Kendi elcağızlarımla çektim)


Bu kadar genel bilgi vermek yeter, eğlenceli kısımlara geçelim.

Şarkı John'un o sıralar üzerinde çalışmakta olduğu üç şarkının kombinasyonu. İlkinin ilham kaynağı evindeyken duyduğu bir polis sireni; "Mis-ter cit-y police-man" kısmının ritmi sirenin ritmine göre. İkincisi bahçesinde oturmasıyla ilgili kısa bir şiir("Sitting in an english garden waiting for the sun" burdan da Here Comes The Sun bağlantısı yaptım söylemeden geçemedim) üçüncüsü ise bir mısır gevreğinin üzerinde oturmakla("Sitting on a cornflake, waiting for the van to come") ilgili. Üçünü de bitiremeyince bunları karıştırayım belki bir şey çıkar demiş John, nitekim çıkmış da.

Şarkıdaki genel karışıklığın sebebi bu kombinasyon olarak düşünülebilir, hayır ne münasebet. Tamamen John'un muzipliği. Eski okulu Quarry Bank Grammar School öğrencilerinden biri John'a mektup yazar, hocalarından birinin Beatles şarkılarını onlara analiz ettirdiğini söyler. John bunu çok komik bulur ve sırf çözemesinler diye her şeyi iyice karman çorman etmeye karar verir. Eski grubu The Quarrymen'in eski üyelerinden Peter Shotton'ın bir ziyareti sırasında ona çocukken söyledikleri bir tekerlemeyi sorar.

"Yellow matter custard, green slop pie,
All mixed together with a dead dog's eye,
Slap it on a butty, ten foot thick,
Then wash it all down with a cup of cold sick"

Buradaki bazı kelimeleri, yarım kalmış üç şarkının fikirleriyle karıştırır, Alice In Wonderland karakterlerinden Walrus'u alır, The Animals grubunun solisti Eric Burdon'ın kendisine anlattığı bolca yumurta içeren bir seksüel anı sonucunda(ne olduğunu bilmiyorum hahahaha... ekleme: böyle yazmıştım ama merak edip okudum ki çıplak kızların üzerine yumurta kırmayı seviyormuş eleman o yüzdenmiş bu lakap, manyak mıdır nedir ahuahua, John “I am the eggman” dediğine göre onun da aynı şeyleri yaptığı tezini de ortaya atabiliriz tabii... neyse susmalıyım) ona “Egg Man” demeye başlamasından da Eggman'i yaratır, hepsini harmanlar ve ortaya I am The Walrus çıkar. John sonuçtan memnundur; Pete'e "Hahaha sıkıyorsa bunu çözsünler" der. (Tam olarak söylediği ise şu "Let the fuckers work that one out")

Bu dönemlerde grupta LSD rüzgarının estiği düşünülürse asidin etkisini de unutmamak lazım. Şarkıdaki ilk iki dize ayrı iki LSD yolculuğunda yazılmış. Aynı zamanda "I am he as you are he as you are me and we are all together" kısmı Marching to Pretoria isimli bir başka şarkının girişi olan "I'm with you and you're with me and we are all together" dizesinin parodisi. Twilight gibi, parodisi gerçeğinden daha güzel olan durumlardan biri bu da sayın seyirciler.

Hmmm Paul is dead söylentilerine geçmeden önce söylemediğim bir şey kaldı mı... Hah, BBC bu şarkıyı "pornographic priestess" ve "boy, you been a naughty girl you let your knickers down" kısımları sebebiyle yasaklamış. Beatles'ın bir sürü şarkısı yasaklanmış zaten vakti zamanında. Adamlar zamanın ötesinde tabi aaah ahh. Zamanın ötesinde dediğim zaman da aklıma hep Tomorrow Never Knows şarkısı gelir. Dzztt bzzzttt konuyu dağıttım tekrar toparlıyorum.

"Goo goo ga joob" ne demek, nereden alınmış, niye koyulmuş bunun hakkında çok fazla teori var. Hangisi doğrudur bilemem ben yazıyorum bildiklerimi. Biri şöyle, Alice In Wonderland'de Humpty Dumpty duvardan düşüp ölmeden önce goo goo ga joob der, John bunu buradan almıştır ve Paul öldü söylentilerinin bir dayanağı da budur. Bir diğeri, James Joyce'un Finnegan's Wake isimli kitabından alınmış olduğu yönünde. Bir başkası da Simon & Garfunkel'in Mrs. Robinson isimli şarkısından olduğunu iddia eder, fakat şöyle bir imkansızlık vardır ki şarkı I am the Walrus'tan bir ay sonra yayınlanmıştır. Şahsen ben en çok Humpty Dumpty ölürken öyle dediği için koyduğuna inanıyorum. Ne demek olduğuna dair ise en ufak bir fikrim bile yok. Alice In Wonderland'i okumalıyım kanımca.

Şu buradan alınmıştır bu buradan alınmıştır muhabbetinden çıkmadan son olarak Semolina Pilchard'ın İskoçya'da Narkotik şubesinin başında olan Dedektif Çavuş Norman Pilcher olduğunu ve kendilerinin John ile George'u zamanında tutukladığını ekleyeyim. Fakat 1970'lerde şantaj ve rüşvet suçlamalarıyla cezalandırılmış.

Ha bir de, albümde şarkının altında "I am the Walrus" başlığına cevap niteliğinde altında şu yazılıdır: "'No you're not!' said Little Nicola" Küçük Nicola filmde her şeye karşı çıkan bir karakterdir bunu da not geçmem gerekli.

Ve ve John sonrasında kitabı o zamanlar aslında tam olarak anlamamış olduğunu, asıl iyi karakterin walrus değil carpenter olduğunu, ama yine de I am the carpenter’in de kulağa güzel gelmediğini söyler, hatta o kısmın ters şeklini röportaj sırasında seslendirir.

Artık gelelim Paul is dead ipuçlarına.
Her şeyden önce deniz ayısı hangisi olduğunu bilmediğim bir kültürde ölüm simgesiymiş. John şarkı boyunca denizayısı beniim dese de Glass Onion şarkısında denizayısı Paul'dü der. Sonra ise 1970 çıkışlı Plastic Ono Band albümündeki God şarkısında "I was the walrus, but now I'm John" der. Niye sürekli değiştirir fikrini? Paul'ün söylediğine göre Glass Onion’da John o dizeyi öylesine araya atmıştır, diğerleri de hahah evet evet yapalım bunu, herkesin kafası karışsın diyerek şarkıya eklenmesini istemiştir. Böyle olmasını o şarkıda bir ölüm ipucu olarak gösterip eğlenmelerine de yorabiliriz, zira ben bu ipuçlarını yerleştirirken sağlam güldüklerini tahmin ediyorum.
Goo goo ga joob ipucundan zaten bahsetmiştim, Humpty Dumpty ölürken öyle demiş falan filan.
Şarkı bitiminde Shakespeare'in oyunlarından olan King Lear'daki ölüm sahnesinden sesler duyulmakta. Bunu açıklamaya gerek var mı? Heheheh
Son olarak da "waiting for the van to come" Paul'ün kazasından sonra hayatta kalan üç Beatle'ın polis arabası bekleyişini, "pretty little policemen in a row" ise polislerin gelişini simgelemekteymiş. Bu biraz abartı gelmiştir bana hep, ama olabilir de.

JOHN BİR DAHİ!
diyerek bitiriyorum yazıyı.
Sevgiler, saygılar.

23 Kasım 2009 Pazartesi

Hayatım değişti olayını hiç anlayamam ama bir space oddity var.


David Bowie'nin -bana kalırsa-en büyük başyapıtı.

Olay bundan önce başlıyor.Akustik gitar,sonra davulun ritmiyle bir anda kendini uzay gemisinde buluyorsun.Dolayısıyla,yerçekiminden kurtulunca bir sarsılıyorsun.

ground control to major tom
ground control to major tom
take your protein pills and put your helmet on

Önceden defalarca pratikte yaptığın olayı,birisi sana tekrarlıyor.O anda zaten birisi kalmış değil,yalnızsın sadece diğeri var.

Biraz geriliyorsun.Geri sayım başlıyor.

ten,nine

ground control to major tom

eight,seven,six
commencing countdown, engines on

five,four,three,two
check ignition and may god's love be with you

one.

Lift-off diyorsun ve kolu çeviriyorsun ve her şey hızlanıyor aniden.Bir anda artık Dünya'da olmadığını farkediyorsun.Her şey çok daha farklı gözüküyor.İçtiğin "protein hapları"nın etkisi de olabilir.

this is ground control to major tom
you've really made the grade
and the papers want to know whose shirts you wear
now it's time to leave the capsule if you dare

Henüz olayların farkına varamadan,coşkulu bir şekilde sana Dünya'dan emirler yağdırmaya başlıyorlar.Uzayda bile sende baskısını hissettiriyorlar.Medya,kokuşmuşluk..

"this is major tom to ground control
i'm stepping through the door
and i'm floating in a most peculiar way
and the stars look very different today

Dışarıya doğru gidiyorsun.Baskıdan kurtulmanın en iyi yolu zaten bu.Her şey parlıyor.

for here
am i sitting in a tin can
far above the world
planet earth is blue

Kendini yorulmuş,depresif hissediyorsun.Uzaydasın,aya çıktın ama eve giderken para hesabı yapan bir memur gibisin.Yapamayacağın şeyler için üzülüyorsun.İnsanların senin duygularını pek umursamadığının farkında değilsin,ama bir yerde sıkıştın şimdi hiç olmadığın kadar esir hissediyorsun.

though i'm past one hundred thousand miles
i'm feeling very still
and i think my spaceship knows which way to go

Artık o heyecan kalmadı içinde.Sadece bir son vermek istiyorsun.Galiba vakti geldi.

and i think my spaceship knows which way to go
tell my wife i love her very much she knows"

Senin için en değerli vakitleri,yine birilerini memnun etmek için harcıyorsun.Tanıdık geldi mi?

ground control to major tom
your circuit's dead, there's something wrong
can you hear me, major tom?
can you hear me, major tom?
can you hear me, major tom?
Can you--

Artık diğerlerini duymuyorsun.Senin için değil kendileri için endişelendiklerini biliyorsun.Son bir çareyle sana ulaşmaya çalışıyorlar.

Here, am i floating round my tin can
far above the moon
planet earth is blue
and there's nothing i can do."

Uzay boşluğuna savruluyorsun.Sen terkettin,ama dünya hala mutsuz.Galiba hepimizin sonu böyle olacak.

Brian Serdar Ortaç Molko Jr.


Bırayın Molko :*


Altyazılı rüyadan,pandomim tarzı sessiz rüyalara kadar her türlü rüya var.Ben buna şaşıyorum.Nasıl buluyor bilinçaltım o kadar malzemeyi?Sonra başkalarınınkiler de var.Bir gece 3 rüya görsem,6 milyar insanın neredeyse hepsinin rüya gördüğünü hesaba katarsavoafasljglşahgklşa..out of control on videotape.

Gördüğüm en tuhaf rüyalardan birini anlatacağım.Yaz tatilinde gündüzleri uyur,geceleri bilgisayarda dururdum.Hikaye mi yazmak istersin,birilerini eğlendirmek mi istersin,en iyi vakit gece oluyor.Gün ışığından  sonra bir şey üretemeyen insanlara şaşmam bu yüzden.Bizi okullarda zorluyorlar mı,o ayrı mesele tabi ki.

Her neyse iki gece üstüste uyuyamayınca bünyem altüst olmuştu,akşam 8'den öğlen sonuna kadar uyudum.O arada bir rüya görüp gece uyandım,ablam da sunum yapıyordu(dûğğğğ tuuğğğ seslerini unutamayacağım,gerçekten)

Rüyamda Placebo ekibi vardı.Stefan,yeni Stevie falan.Beni Brian Molko'nun aslında Serdar Ortaç olduğuna ikna etmeye çalışıyorlardı.Sonra getirip gösteriyorlardı.Ben de,"vay be,hakkaten aynısı"şeklinde ikna oluyordum.Hayır aç bir Placebo şarkısı dinle,bir Serdar Ortaç dinle,aradaki farkı anla,diyeceksiniz ama bilinçaltı ne yapayım.

Sonra ne yaptım?Kalktım,bir 5 dk civarı olayı düşündüm.Sonra kalkıp ablama Brian Molko'nun aslında Serdar Ortaç olduğunu söylemeye giderken saçmalığın farkına vardım.

Çooogeylencelii evet.


"ayvbiiinvestiingollmaay taaym viitt dıı devıııl on dı diiteeeels,ayy gaat noo enerciii tu faayt,hiiiz e faakiiin peenomaayn deet devııl on dıı diteeeels."

21 Kasım 2009 Cumartesi

Caas May Imacıneyşaan









Klibi çok güzel.

Bulu mini'yi dinlerken gördüm.

Acaba Türkiye'ye de gelirler mi?

Lütfen,yani.

Sonra bişilere bastım,silindi gitti.


20 Kasım 2009 Cuma

Up up up up up (Help'teki bilimadamının seslendirmesiyle okuyun burayı)

Bugün nettim biliyor musun panyo pencerem?
SONUNDA UP'I İZLEDİM!

Hikayesini duyduğumdan beri hevesliydim izlemeye. Sinemada gidecektim aslında, önce 2D planlamıştım Ankara'da yok 3D diye, sonra 3D olduğunu öğrendim ona heveslendim. O iptal oldu falan filan bir şeyler. Dedim sinemadan hayır yok, indireyim ben bunu.


Bugün itibariylen hayallerimi gerçekleştirdim ve izlemeyi başardım. Nasıl buldun dersen banyo pencerem, çok sevdim be. Bir de belki inanmayacaksın ama gözlerimin dolduğu anlar güldüğüm anlardan fazlaydı sanırım. Çocuk filmi deyip öyle gitmeyesin panyo pencerem. Ağlatıyor lan.

Carl ve Ellie, oy anam. Hayatımda gördüğüm en şeker animasyon çift oldular anında. Böyle komik bir tanışma, tatlı gelenekler; çimlere yatıp bulut şekillerinden bir şeyler bulmak (ben de çok yaparım onu be pencerem, eminim pek çok kişi de bizim gibidir) ne bileyim, bitmeyen cicim ayları, her şeyini kendi yaparak yeniledikleri ev(tanıştıkları ev aynı zamanda), duvarları kendileri boyamaları, tonton nine-dede modeli felan. Gel de hasta olma! Gerçek hayatta yok gibi, bari filmlerde görelim, eriyip koltuklarımızın dibine akalım, değil mi ama? Tabii bu aşk hikayesinde zırıl zırıl ağlanacak pek çok şey de vardı - ağlamamış olsam da gözlerimi doldurup ağlama isteği uyandırdı, ki bu normal ölçütlerde hüngürdemeye eşit sayılabilir.

Çocukluk hayalleri! Ah hepimiz hayaller kurup sürekli ertelemiyor muyuz? "Daha zamanımız var bu dünyada" düşüncesi hakim herkesin kafasında. Halbuki nereden bileceksin ne zaman neyin olacağını? Mazallah, balonlarla uçan bir ev, bir kaza sonucu tepene düşebilir! Sen de ne yapacaksın? Kafana düşmeden kendin uçacaksın. Bu özlü sözümü yazın bi yere.


Haha her neyse, bu Carl öyle tatlı öyle sevimli ki huysuz hallerine bile ölürüm. Ağh tontonum benim, inşaata evini satmaya direnişine kurban olurum. Zaten yaşlılara karşı anlayamadığım bir zaafım var (bkz. Paul McCartney) Mr. Fredricksen, niye beni de almadın yanına? Asistanın olurdum, her şeyi yapardım yaağ. Russell denen velede benim yerime Carl'a asistan olduğu için içerlemiş olsam da, onu da sevmeden edemedim. Yanakları sıkılası koca kafalı tombik şey (İltifattı bu. Valla.) Kevin (her ne kadar daha sonra kız olduğu anlaşılsa da isim kondu bi kere hohoy...) ve ve ve ve DUG! İstiyorum böyle bir köpek, bulun bana böyle bir köpek. Hep oyuncaklarımın bana cevap vermesini dilemişimdir küçükken, karşılıklı konuşma hayalleri vs. işte böyle bir köpek tam da benim hayalim. Otur konuş durmadan. Oh ne güzel.

Carl'ın çocukluk kahramanının aslında tam bir pislik olup onu öldürmeye çalışması da çok hoşuma gitti (Hayır sadistlikle alakası yok) zaten idollerimle tanışsam tanışsam desem de tanımayı hiç istemiyorum. Kafamdaki gibi çıkmazlar çünkü, biliyorum. Ah acı gerçekler. Ben onlarla tanıştığım hikayeler yazıp kendimi mutlu ediyorum gerçeğine gerek yok.


Bayram temizliği yapıyorum banyo pencerem, o sebeple daha fazla uzatamicim, fekat Up'la ilgili başka entariler de girebilirim belki. (Temizlik yaparken şu çerçeve içinde olan kelebeklerden birini gördüm, sonra aklıma geldi, çocukken o kelebeğin canlanıp bizden intikam alacağını sanar, çok korkardım, bunu da gereksiz bilgi olarak sıkıştırma gereği duydum)

Yarın da New Moon ve A Christmas Carol'a gideceğim pencere, A Christmas Carol için çok sabırsızlanıyorum. Bir an önce zaman gelse de izlesem, Ebenizırcığımı görsem. 6. sınıfta işlediğimizi hatırlıyorum, adı çok fena dalga konusu olmuştu. Haha çok güzel hikayedir isim ne olursa olsun, önünde eğiliyorum Charles Dickens (Doctor Who sağolsun artık gözümün önüne hep oradaki hali geliyor, çok tatlı, yerim) Geldiğimde sana nasıl bulduğumu yazarım.

Hoşçakal pencere.

19 Kasım 2009 Perşembe

where are we,what the hell is going on







"Aylardır bir blog yazmayla uğraşmasam bile bir şeyleri takip etmeden duramıyordum.Uzatmadan,aldık işte en sonunda bathroom window'u.

İçerideki insana bakılırsa doğru yer,doğru zamandayız.


"this can't be happening,

when busy streets a mess with people would stop to hold their heads heavy"


Evde oturuyor olacağım."


Kendinden önceki entariyi gördükten sonra gelen, Türk filminden fırlamış uysal ekleme:Bela okuma len,bela okuma.

biz geldik.









"we'd love to turn you on"