28 Mart 2010 Pazar

emesen konuşmalarını çeyiz olarak saklamak

madem ders çalışmıyorum dedim,niye boş bişeyler yapmayayım dedim.

kaydettiğim emesen konuşmalarından seçmeceler yaptım.

(editbüdüt:şit,resimlerin hepsini küçük boyutla yüklemişim hiçbişey okunmuyo fekad düzeltecek vaktim de yok.okuyabilene aşk olsun ne diyeyim.)

bu en eskisi,2008'den kalmış mesela.seda'yla konuşuyomuşuz.

bu berkay'la.ben sınavdan çıkıp iletime bundan sonra dergahta bergahta divanda sbs hakkında bir şey konuşulmayacaktır tarzı bir mehmet ağa modifikasyonu yazmışidim.berkay bana knights of cydonia'yı atmış idi,bu kadar sevincin sebebi şarkının gelmesinin 12 saate yakın sürmesiğidi.(resmin yüklenmesi de gereğinden uzun sürdü tuhaf)

bu placebo'ya yeni civciv steve geldikten sonra,büşra'yla yapılmış konuşmanın çok küçük bi parçası(niye bu kısmını kaydetmişim sadece,üşengeçlikten galiba)

sevgi'yle yaptığımız gereksiz muhabbetlerin tuhaf biçimde sapıklıktan uzak bi kısmı.

(gençyaşahızlıöl)


buluğsevgiyle yaptığımız kare kare merlin fragmanı incelemasyonundan bir kare. 

Lauren'a şaka yapmaya çalıştığım 

oğulcan artık ders çalışmamaktan yakınmamdan bıkar.

daha koyacaktım ama abartı sınırlarını aştığımı farkettim.lan doğru düzgün gülemedim bile,abüs şeyleri saklamışım hep.


27 Mart 2010 Cumartesi

Derslerin oradan buradan çıkıp sinir bozması ama bozmaması da

Tam Death Cab For Cutie'nin "Long Division" şarkısına - ki 'long division' matematikte polinom konusunun altındaki bi başlık - takmıştım ve aklıma en yüksek 20 alabileceğimi tahmin ettiğim matematik sınavı gelmişti ki (sınavdaki halim üstteki Paul fotoğrafları gibiydi, sonra da sinirden gülme krizlerine girdim o ayrı - lise öğrencisi benzetmesi için elenor pinti'ye teşekkürler) Fatoş bana Free Fallin' şarkısını attı - 'free fall' da fizikte dünya üzerindeki hareketler konusunun alt başlığı - onu da çok sevip takmamla ve Long Division'la beraber repeat'e atmakla birlikte matematik ve fiziği bir playlistte buluşturmuş oldum.

Ne yaparsam yapayım bir yerden çıkıp beni bulmaları enteresan gerçekten.

Bohçamı alıp Alaska'ya gidicem ki ben.

ievan polkka

nuapurista kuulu se polokan tahti, jalkani pohjii kutkutti,
ievan äiti se tyttöönsä vahti vaan kyllähän ievaa se jutkutti.
sillä meitä ei silloin kiellot haettaa, kun myö tanssimme laejjasta laetaan.
salivili hipput tupput tapput, äppyt tipput hiljalleen.

ievan suu oli vehnäsellään kun ihmiset onnet toevotti
peä oli märkänä jokkaisella, viulu se vinku ja voevotti.
vaan ei tätä poekoo märkyys haettaa, sillon ku tanssii laejjasta laetaan.
salivili hipput tupput tapput, äppyt tipput hiljalleen.

siellä oli lystiä soiton jälkeen sain minä kerran sytkyytteek.
kottii ku mäntiin niin ämmä se riitelj ja ieva jo alako nyykhyytteek.
minä sano ievallen: mitäpä se haetta laskemma vielähi laejasta laetaa.
salivili hipput tupput tapput, äppyt tipput hiljalleen.

muori se sanoj jotta tukkee suusi, en ruppee sun terveyttäs takkoomaan,
terveenä peäset kun korjoot luusi ja määt siitä murjuusi makkoomaan.
sillä ei tätä poekoo hellyys haettaa, kun akkoja huhkii laejasta laetaa.
salivili hipput tupput tapput, äppyt tipput hiljalleen.

sem minä sanoj jotta purrap pittää, ei mua niiv voan nielasta.
soat mennä itev vaekka lännestä ittää, vaan minä en luovu ievasta.
sillä, ei tätä poekoo kainous haettaa sillo ku tanssii laejasta laetaa.

salivili hipput tupput tapput, äppyt tipput hiljalleen.


ya da benim anladığım şekliyle:

salivili hipput tupput tepput putap tipput hiliyelle

hayır gördükçe dayanamıyorum onlarca defa loop'a alıp dinliyorum,fince öğrenmek istiyorum sglkşhsdgşdklfh.

25 Mart 2010 Perşembe

Yine saçmaladım,geldim gidiyorum bugün yeni seyler söylemek gerek



lala look at you now flowers in the window

it's such a lovely day and i'm glad you feel the same

so stand up out in the crowd you are one in a million

and i love you so let's watch the flowers grow

Akşamları çok hümanist uykulara dalar sabah çok hümanist uyanırım.Bütün sabah berbat bir sınavdan çıksak bile kendimi herkese gülümsemekten alıkoyamam,iyi günler dilerim felan.Şarkı dinlemeye de doyamam.Neredeyse yarım saatlik bi teneffüs olmasına rağmen okulda yetmiyor hesaplıyorum böyle dakikaları kapı açılana kadar şunu dinleyeyim derim.


Sonra öğlenleri biraz tepem atar,çoğkez Hooker with a penis dinlerim.Çok fazla şey dinleyemem.Tool'u dinleyebilme sebebim de Maynard'a sinir olmam hiç.Yeri gelir en sevdiğim,en hayran olduğum müzisyene burun kıvırtan bi insanım evet onları kutsal güçlere sahip tanrılar olarak göremiyorum elimde değil.

Akşamüzeri n'aparım ben?Eve gelip,bilgisayara oturmak yapabileceğim en kötü kombinasyon,üzerime kara bulutlar çöker o zaman.Dersanede kalırsam ders çalışırım kötü hissetmem pek ama saat öğleden sonra 4'te güneş ışığını hiç görmemek biraz sıkıcı olabiliyor.

Eğer günlerden cumartesiyse pek şahane.Dışarı atarım kendimi.Çoğu kişi bu dışarı atmak lafından,çarşıya gitmek,sinemaya gitmek,lokantaya gitmek gibi şeyler anlayabilir ama ben dışarı çıkıyorum.Tam olarak dışarı.

Kimi zaman sadece yürür,hoplarım.Bazen ders çalışırım çoğkez fotoğraf çekerim ama dışarda bulunduğum bi öğleden sonra ardında çok rahat,mükemmel eğlenceli bi insan olarak eve dönerim sonra günlük ritüellerimi tekrarlarım.

Neden bööyle genel açıdan günümü yazdım,bilmem.Bir de geceleri ilham gelir bana.Eğer ertesi gün özgürsem kalkıp sayfalar dolusu şiir,hikaye yazabilirim,beni aşan betimlemeler yapabilirim.Yok ertesi gün erken kalkmak için uykumu almam gerekiyosa-ki genelde bu olur-kafamda yaparım herşeyi sonra unutulur gider.

Servisle giderken kafamı cama yaslayınca da oluyo bu.Analiz ediyosun,sorguluyosun,çözümlüyosun,bol bol düşünüyosun sonra harika hissettiriyor.Sinirlenmiyorum.

Ama bazen sinirleniyorum.

Bu kadar.


İyki türküm,müslümanım bu arada.Bu iki kelimenin sizde "ırkçı ve dinci dogma yobaz"etiketlerini uyandıracağını bilmeme rağmen.Güzel şeyler öğreniyoruz.

az söz erin yüküdür
çok söz hayvan yüküdür
bilene bu söz yeter
sende güher var ise.

(yunus emre'yi felsefeye yedirgemeye çalışıp,tasavvuf aşkını görmezden gelmeye çalışan insanlar olduğunu bile öğrendim,tasavvufa da dogmacılık diyorlar,e yuh artık)

21 Mart 2010 Pazar

Gitme dünyam dönsün dönsün


Gitmeseydin be Deyvid'im... Favori geek'lerimdendin Sheldon'la beraber, niye bıraktın Daktırlığı. Niye verdin rolünü o Matt Smith tipsizine.
BÖHÜ!

20 Mart 2010 Cumartesi

Ben ne yapıyorum?

 (Gökyüzünü izlemek en büyük hobim,çekmesi ayrı zevkli.Geceleri çok etkileyici,gündüzleri çok neşeli oluyo ya)


Sürekli görevimi merak eden bir insanım.Hani amacım ne,ne yapmalıyım,bunu yapmam beni nereye götürecek,neden bu yerde bu zamandayım ve doğru şeyi mi yapıyorum?

Benim düşüncem;hepimiz sınanmak için burdayız.Sevmek için sınanıyoruz,faydasız hayallere kapılacak mıyız diye,en doğrusunu seçebilecek miyiz en önemlisi "katlanabilecek miyiz"?

Günlük karmaşa aslında kafa karıştıran.Hırs var,para var,ego var,kıskançlık var.Ben bunu yapmasam eksik olacağım düşüncesi var.Hadi hepimiz entellektüel olalım,etiketler yapıştırıp onlara karşı çıkalım,en iyileri seçelim,hayat felsefemiz olsun,karakterimiz olsun,DÜŞÜNEN İNSANLAR OLALIM BÖYLECE.

Bir şey söyleyeceğim ama sinirlerinizi bozacağımı biliyorum.Sınananların çoğu kazanmayacak bu karmaşaya kapılmaya devam edilirse,hatta sınandıkları için isyan edecekler.

Ben kendi fikrimi söyleyeyim,çoğu zaman dinlediğim müziği yapan kişiyi, okuduğum kitabı yazan kişiyi düşündükçe aklım bunalıyor.Çok çürük,kasvetli geliyor bazı insanlar;güzel kelimeleri,güzel mısraları olmasına rağmen.Ama bazen kimisi oluyor,çok basit bir hayat yaşamış gibi görünen hatta bu yüzden insanlar tarafından küçümsenen ama düşündüğüm zaman o karanlık,pis duygudan kurtuluyorum.Anlatabildim mi bilmiyorum ama,hissettiklerim bunlar,samimiyim ve okuyun diye yazmıyorum yani bana öfkelenmeyin.

Önce sınandığını,sonra kim tarafından sınandığını bilmek lazım.Dünden kim pişman olmamış,bugünü kim yaşamış ki,yarını bilecek

19 Mart 2010 Cuma

Sorunsal haritasıyla gecenin köründe güne başlamak

Map of the Problematique = sınav sabahları erken uyanmak

Geçen sene boyunca telefonumun alarmı Map of the Problematique'ti ve geçen sene boyunca sürekli sınavlara çalışmayı bir önceki günü bile erteleyerek hep o sabaha bıraktım. Her seferinde de sabahın 4ünde - sınavın ciddiyetine göre 3 de olabilir - aynı şarkıyla uyandım. Pek sevgili beynim de haliyle bu şarkıyı sadece sabahın 6'sında sıcacık yatağı bırakıp okula gitmek zorunda olmakla değil, aynı zamanda gecenin körü-fincanlarca kahve-ağrı kesici-defter(benim durumumda defter fotokopisi ya da bir arkadaşın defterinin resimlerinden bilgisayarla çalışmak) kombinasyonuyla da özdeşleştirdi.

Fear, and panic in the air
I want to be free

From desolation and despair


diye başlayan giriş biraz da benim o zamanlarda ortalamamı 4.00'ın üstünde tutacağım diye çektiklerime uygundu gerçi. Çok da saçma bir özdeşleştirme olmamış, aferin lan beyin.

Çağrışım garip bir şey. Ben beyni hep birbiriyle içiçe acayip bir ağ gibi düşünmüşümdür. (Hani bazı şeyler gözünde farklı canlanır. Mesela benim zihinsel takvimim normal takvimlerden çok daha farklı, haftanın günlerinin garip bi düzeni var. Hoş tanımlayamıyorum ama neyse) Böyle düşünceler geçerken parıldıyor ağlar falan. Muhtemelen babamla izlediğim belgesellerin bi sonucu bu o da ayrı mesele tabi. Düşünce bi noktadan başlayıp sürekli değişik yollara saparak ilerliyor gibi sürekli. Böyle bir sistemde de her şey birbiriyle dolaylı ya da direkt olarak bağlantılı olduğundan her yere gidebiliyor.

Asıl enteresan olan bunları nasıl yerleştirdiği. Ne neyin yanında olacak? Hani desen şimdi bana banyo pencerem, hayatını gözünün önünde canlandır, ben sana ne gördüğümü anlatabileceğimi sanmıyorum; ama her evre bir şeylerle temsil ediliyor gibi. Renkler, sesler, şarkılar, filmler, kitaplar, yemekler, hatta oyuncaklar falan filan feşmekan... Listeye devam etsem yer kalmaz. Hepsi bir evreye götürüyor anında beni.

...

Ben bu yazıyı bir yere bağlayacaktım en sonunda ama etiketleri yazarken kafam dağıldı başka yerlere gitti unuttum başta saçmalama dışında hangi amaçla yazmaya başladığımı.
Çağrışım her zaman iyi bir şey değildir evladım, diyerek bitireyim o zaman banyo pencerem. Hoşçakal.

13 Mart 2010 Cumartesi

Mario, kontrol hastalığı ve string theory

Çohoş (bir arkadaş yüzünden bir ara her şeye çohoş demekteydim, hatta ciddi rahatsız edici dereceye ulaşmıştı, eğer K'leri H diye telaffuz eden bir arkadaşın varsa banyo pencerem, ilişkiyi kesmeni tavsiye ederim) isimli görsel her şey için açtığım klasörümde dolaşırken Sheldon'ın incisi bu avatara rastladım. Aydan yollamıştı sanırım, teşkürlerimi iletiyorum buradan. Sonra durdum bi - hayatın genellikle eklentilerle acayip geliştirilmiş bir Sims oyunu olduğunu düşünürüm zaman zaman - kontrolün elimde olmasını da harbiden isterdim dedim ekrana bakıp (annemden gelen ender baskın genlerden birinin her-şeyi-kontrol-etme-hastalığı olması hiç hoş bir şey değil, keşke çalışkanlığını alsaydım) En azından sadece belirli alanlarda falan. Büyük güçler büyük sorumluluk gerektirir blah blah blah evet ama kontrol etmeyi isteyip de edememek gıcık bir şey.
Hiçbir zaman sonunda bütün dizginleri elime almadan grup çalışması yapamadım şimdiye kadar. Eğer bir ödevden alacağım sonuç umurumdaysa başka kimseye bir şey yaptırmam neredeyse. O yüzden mümkünse eğer grup çalışması yapmamaya bakıyorum, yoksa her şey üzerime kalıyor -
ehem.. tamam evet kabul ediyorum aslında ben alıyorum.

Onu geçtim hastalıklı beynim mesela nebleyim olması gereken yere konmamış, yerde duran bir kitap gördüğünde insanların bu kitabın yerine konmamasından dolayı öldüğü senaryolardan - biri kitaba takılır, düşerken kafasını masanın kenarına çarpar, beyin sarsıntısı geçirir blah blah blah - o kitabın o anda tam o yanlış yerde durmasından dolayı birilerinin hayatının kurtulduğu senaryolara - eve giren bıçaklı hırsız o kitaba takılır, düşer, bizim yattığımız odalara gelemeden yakalanır veya tırsıp kaçar falan - kadar geniş bir yelpaze üretebilme kapasitesine sahip olduğu için, bu kontrol olayı belki akıl sağlığımı korumama yardımcı olabilirdi, böylece o kitabın hayat kurtarmasını sağlardım. (Genellikle oturduğum yerden kalkıp etraftaki popülasyon yoğunluğuna göre ALLAH BELANI VERSİN diye bağırarak ya da sadece kitaba hırlayarak yerine geri koymamla sonuçlanıyor bu tip hadiseler.) Hem direkt hayat kurtaracağını biliyorsam yerimden kalkıp yürüyüp eğilip kitabı alıp rafa yerleştirmeme de gerek kalmazdı.


Gerçi kontrol etmek de sürekli böyle kararlar vermek demek. Hem bi dakka ya sonucunu kontrol edemem ki. Hayat kurtaracağını bilemem.


Iyy vazgeçtim istemez.


Gereksiz not: Big Bang Theory'de Sheldon Lee Cooper - pardon Dr. Sheldon Lee Cooper karakteri, sicim teorisi üzerine uzmanlaşmış ve bu teoriyi kanıtlamaya çalışan biriyken, gerçekte Sheldon Lee Glashow'ın bu teroiyi eleştiren biri olması da enteresan geldi pencerem. Leonard Susskind de tam tersi bu teoriye inanıyormuş. Hmpf. Hoş.